Son dönemlerde büyük veya küçük fark etmeksizin firmaların en çok tartıştıkları ve uygulamaya çalıştıkları konuların başında “kurumsallaşma” geliyor. İş dünyasında, “kurumsallaşma nedir ve nasıl çalışır?” sorularının cevabı en çok merak edilen gündemler arasında.
Kurumsallaşma alanında yıllardır profesyonel çalışmalar yürüten bir isim olan Arma 360’ın CEO’su Ömer Nasuhi ÖZTÜRK, “kurumsallaşma” mevzusunun daha net anlaşılması açısından oldukça faydalı açıklamalarda bulundu. Kurumsallaşmanın; uzmanlardan, yöneticilerden ve hatta firma sahiplerinden ayrı bir kimlik yaratmak olduğunu söyleyen ÖZTÜRK bunun açılımını şöyle yaptı:
“Firmalar; deneyimleri ve bilgi birikimleri yoluyla oluşturdukları temel bir strateji yerine kişilerin deneyimleri, bilgileri ve networkleri merkezli çalışıyorlarsa onları çok da sağlıklı bir gelecek beklemiyor ne yazık ki. Bu durumda ortaya vazgeçilmez çalışanlar veya yöneticiler çıkıyor. Oysa bırakın kişileri, pozisyonlar bile vezgeçilebilir ögelerdir.Mesela yakın bir zamana kadar bir çok firmanın halkla ilişkiler departmanları yerlerini kurumsal iletişim, dijital iletişim gibi birimlere bıraktı. Dünyanın gerçekten de çoğu zaman algılarımızın ötesinde bir hızla geliştiğini düşünecek olursak, bu oldukça doğal bir süreç. Kısacası firmalar kurumsal oldukları kadar özgürler.”
Kurumsallaşmanın işletmelere kendi kimliklerini kazandırdığının üzerinde duran Ömer Nasuhi ÖZTÜRK, ilerleme kaygısı taşıyan her firmanın buna ihtiyacı olduğunun da altını çiziyor:
“Kurumsallaşma elbette ki bir süreçtir. Akşamdan sabaha kurulup, oturtulabilecek bir şey değildir. Profesyonellerce hazırlanmış bir program çerçevesinde ve plana harfiyen sadık kalınarak yürütülmelidir. Ve muhakkak ki bu program stratejik temel unsurları barındırmalıdır. İlk olarak hedef ve yöntemler çok doğru bir şekilde tespit edilmiş olmalıdır. Bu; ayakları yere basan bir plan demektir bir yerde. Bir sonraki adım ise uygulamanın ölçülebilir olması. Yani çıktılarının hem nicelik hem de nitelik açısından ölçüme uygun olması. Sonraki süreç içinse neredeyse, sürdürülebilirliği noktasında, işin kalbi denebilir. Uygulayacak olan ve sürdürecek olanın insan olduğu göz önünde bulundurulmalı ve insani yetenekler ile elde edilebilecek ve kaynaklara erişilebilecek şekilde oluşturulmalıdır.”
Ömer Nasuhi ÖZTÜRK, varılmak istenen hedef ile ilgili bir yol izlenmesinin bir diğer önemli madde olduğunu da özellikle vurguluyor:
Ömer Nasuhi ÖZTÜRK, markanın hazırlık aşamasında tüketici ile etkileşimin ve iletişimin, takip edilecek olan yolun ilk adımı olduğuna da dikkat çekiyor:
“Hedefe odaklanmış her işin sonuç başarı potansiyeli yüksektir. Bütün dinamikler bu çerçevede oluşturulmalı, yürütülmeli ve değerlendirilmelidir.
Ve son olarak bu yolculuğun en önemli kilometre taşlarından biri de zaman. Başta söylediğim gibi kurumsallaşma elbette ki akşamdan sabaha olacak bir iş değil ancak sonsuz bir zamana da sahip değil. Plan çerçevesinde öngörülen zamanlamaya sadık kalınması gerekliliği unutulmamalı. Bu, sürecin doğru uygulanıp uygulanmadığının da kontrolü denebilir aslında. Yani süreç dahilinde üstlenilen görevlerin tam ve zamanında yerine getirilmesi hususunda bir nevi motivasyon da diyebiliriz. Kısacası kurumsallaşma sürecinin de bir sonu vardır demek istiyorum. Ama elbette kurumsallık açısından bu bir son değil, “Sürekli Gelişme” nin başladığı ciddi bir başlangıç..”
“Marka, elbette ki bir çoğumuzun aklına ilk gelen şekliyle isim, logo, simge, görsel, tasarım, sözcük gibi unsurların bir araya gelmesiyle oluşmuş, tabir yerindeyse, “firmanın temsilcisidir” Bu açıdan marka bizi, firmamızı, tanımlayan ilk şeydir. Yani firmamızın adı- soyadıdır, varlığını sürdürdüğü coğrafyadır, yaptığımız işin özet tanımıdır. Marka bir kimliktir. “
Markanın, genel algıdan çok daha önemli olduğundan bahseden ÖZTÜRK markanın aynı zamanda güçlü bir imaj çalışması olduğunun da altını çiziyor:
“Marka çok güçlü bir imajdır. Firma hitap ettiği kesim ile kaşı karşıya geldiğinde verdiği ilk izlenim bu imaja bağlıdır. Firmanın veya ürünün güvenilir ve güçlü olarak algılanması da bu izlenim ile doğru orantılıdır.
Tüm bu sebepler değerlendirildiğinde bir marka yaratırken tüketicinin beklentisini ve isteğini çok iyi analiz etmek gerekir. Zira bu talep, bizi en doğru sonuca götüren bir kılavuz görevi görecektir. Yani ortaya çıkacak olan sonuç tüketiciyi her açıdan tatmin etmelidir. Bu tatmin, fiziki olabileceği gibi ruhsal bir ihtiyacı karşılamak şeklinde de olabilir. “
Ömer Nasuhi ÖZTÜRK, markanın hazırlık aşamasında tüketici ile etkileşimin ve iletişimin, takip edilecek olan yolun ilk adımı olduğuna da dikkat çekiyor:
“Pazar araştırmaları, tüketici ile sıcak temas; kısacası doğru ve yakın iletişim müşteri beklentisini çözmemize en fazla yardım eden unsurdur. Aynı etkileşim ilerleyen zamanlarda markanın amacına hizmet edip etmediğini analiz etmek için de en doğru yollardan biri olacaktır.
Akabinde, araştırmalar neticesinde elde edilen sonuçlar psikolojik açıdan da değerlendirilmelidir. Bu doğrultuda tüketici ile empati kurabilmek çok önemlidir. Bu sayede tesis edilecek güven, müşteride, her hangi bir ürünün ona pazarlanmaya çalışıldığı değil tam da ihtiyacı olan şeyin sunulduğu yönünde bir algı oluşturacaktır.”
Marka yaratmanın daha çok psikolojik bir çalışma olduğunu ve bu sebeple de zorlu bir süreçten geçildiğini anlatan ÖZTÜRK “bu süreç doğru paylaşılırsa, iletişim tamamlanmış olur” diyor.
“Her markanın kendine has bir hikayesi vardır. İlla ki vardır. Ve siz bu hikayeyi en doğru şekilde tüketiciye anlatabilirseniz, dünyanın en değerli duygularından birini paylaşmış ve hissettirmiş olursunuz: Samimiyet. Bu sayede de müşterileriniz kendilerini sizinle aynı tarafta görür ve hisseder. Bu da içinde bulunulan zamanda güçlü ve güvenilir, gelecek için ise kalıcı bir marka demektir.”